Başta her şey ne kadar güzeldi. İnsanlara daha konforlu hayatlar sunacaktım. Ayakları çamura değmeyecek, evleri daha korunaklı ve uzun ömürlü olacaktı. Yol olacaktım onlara köprü olacaktım. Uzakları yakın edecek, sevenleri kavuşturacaktım. Evet ben Beton! Yardım etmek için yanlış canlıyı seçmiş koca bir aptal!
Dünyada o kadar canlı varken yardım etmek için ben gelip insanı seçtim. Ağaçların, kırların, dağların uçsuz bucaksız yeşilliklerin içinde, yaşayacakları yer kadar kullanacaklardı beni. Ancak yetmedi insana bu kadarı. Beni aldılar göklere çıkardılar, bir de utanmadan adına "gökdelen" dediler. Bu isim (gökdelen) bir katilin itirafı değil de nedir! Söyleyin bana! Gök ile beni düşman ettiler. Ben var olayım diye ağaçları kestiler. Ağaçların öldükleri yerde daha cesetleri oradayken beni o cesetlerin üzerine inşa ettiler. Ne ağaçların ne de ağaçlara konan kuşların yüzüne bakabiliyordum. Ne ucum vardı ne de bucağım. Kaç taneydim, ne kadardım artık bilmiyordum. Büyüyor ve büyüdükçe yalnızlaşıyordum.
Böcekler, kuşlar, ağaçlar, çiçekler, toprak. Hepsi bana düşman olmuştu. Ben de bu yalnızlığımda çareyi masmavi sulara bakmakta buldum. İnsanoğlu, seviyordu denizi. Beni de denizin hemen kıyısına yerleştirmişlerdi. Çünkü insanlar, beni sevdiği her yere götürmeyi adet edinmişlerdi. Günlerce denize bakar yunusları beklerdim. Onların bir görünüp bir kaybolması bu hayatta bir gün benim de kaybolacağıma olan inancımı kuvvetlendiriyordu. Ancak bu mutluluğum da diğerleri gibi uzun sürmemişti. Bana bir gün denizler ve balıklara da düşman oldu. Oluk oluk denizin içine boşalttılar beni. Yere sığamadılar, göğü deldiler. Tam bitti derken şimdi de denizi doldurmaya karar vermişlerdi. Bunun için beni kullanmakta bir an olsun tereddüt yaşamadılar. Ben denizin içine aktıkça bakmaya kıyamadığım denizyıldızlarının, balıkların, yosunların çığlıklarını duyuyordum. İstemiyorlardı beni! Hiçbir suçum yokken insanoğlunun elinde oyuncak olmuştum.
Artık koca evrende tek başımaydım. Büyüktüm, sonsuzdum ama yoktum. Bir hiçtim. Beni tek seven canlı olan insan, aynı zamanda benim en büyük düşmanımdı. Daha kötü ne olabilir derken, daha kötüsü oldu; artık insanların büyük çoğunluğu da beni sevmemeye başladı. Doğanın katili olmakla suçladılar beni. Asıl suçlu onlardı ama onlar kendi günahlarını benim üzerimden temizlemek istedi. Benim hala yanımda olan ve beni çok seven insanlar da vardı elbette ama hepsi ya dolandırıcı ya da soyguncuydu. Hayat beni bu kötü insanlarla aynı safta olmaya zorlamıştı.
Al işte yine gidiyoruz. Yine insan tüm sevgisizliğine rağmen beni büyütmeye devam ediyor. An ve an sonsuzluğa doğru genişliyorum. Hissizleşmiştim artık. Yıllardır süre gelen bu durum beni hissizleştirmişti. Bir mucizeye ihtiyacım vardı ki o sesi duydum; “İmdat, lütfen dur. Yapma!” diyordu. Çaresiz ve cılız çıkan bu sesin olduğu yere doğru kulak kesildim. Nereden geliyordu diye düşünmekten yaşlı yüreğim ağzıma gelecekti. Kalbim hızla çarpıyor zarar verdiğim her şey resmen üzerime geliyordu. Sesin geldiği yeri bulmaya çalıştıkça içimi cız ettiren o sese daha da yaklaşıyordum. Tüm cinayetlerim sanki o seste toplanmış bana hesap soruyordu. Yıllardır kendimi insanların eline bırakıp verdikleri zarara aldırış etmeden görevimi yapıyordum. Üzülmek ve ağlamak sadece beni yıpratıyor, var olan durumu daha da kötüleştiriyordu. İçinde bulunduğum bu duruma son verecek cesareti, korkmuş bir sesin muhtaçlığı vermişti. Korkak ve bir o kadar muhtaç olduğunu iliklerime kadar hissettiğim o sesin artık tam karşısındaydım ve onu görebiliyordum. Tir tir titreyen, zayıf, beyaz yaprakları ipekten bir papatyaydı bu ağlayan sesin sahibi. Hemen etrafıma baktım ve korkunç bir manzarayla karşılaştım. Birkaç gün önce çıkan bir yangında kül olmuş bir orman vardı karşımda. Daha dumanları üzerinde olan ağaçlar, ağaçlarla beraber yanan hayvanlar… Tarifi çok zor bir üzüntü kaplamıştı içimi. Burada ne yaşandığını anlamaya çalışırken hemen oracıkta insanları gördüm. Yine beni kendilerine suç ortağı yapmışlardı. Adına otel verdikleri binalardan yapacaklarını duydum. Yangında tüm ailesini ve çevresini kaybetmiş olan bu cılız papatya hayatta kalma mücadelesini şimdi bana karşı vermek zorunda kalmıştı. Yeşil yaprakları ile yüzünü kapatıyor gözyaşları içinde yardım dileniyordu. Ben yaşayayım diye ağaçlar öldü, çiçekler, hayvanlar, balıklar, denizler. Ben var olayım diye doğanın dengesi bozuldu. Doğa rahatsızlığını tüm felaketlerini üzerimize yollayarak belli ettiyse de insanoğlu anlamadı. Tüm bu olanlara dur demenin zamanı çoktan gelmişti ama ben teslim olmayı seçmiştim. Ta ki bugüne kadar dedim içimden. Papatyaya dönüp onu ürkütmeden “Toprağına sıkıca sarıl evlat.” dedim. Ben bugün alet olduğum tüm cinayetler için değil bu küçük papatya için dünyayı yakacağım. Tüm gücümle nefesimi içeriye doğru bıraktım. Sonsuz vücudumu sıkabildiğim kadar sıktım. Toprak sallandı, yerküre sallandı, gökyüzü sallandı. Önce çatlamaya ve sonra da yarılmaya başladım. Ben kendimi o küçük papatya için çoktan feda etmeliydim diye geçirdim içimden son kez. Geç kalınmış bir intiharcının son düşünceleriydi bunlar. Büyük bir patlamayla etrafa saçıldım. Sağlam tek bir hücrem kalmamıştı ama o papatya yaşamıştı.
Son