ÖLÜM | BÖLÜM III

Yorum · 726 Görüntülenme · Okuma Süresi: 15 dakika

Hikayenin sonuna geldik...

Günler günleri kovalarken bir sabah Farah farklı kalktı yataktan. Haftalardır onun içini kemiren, yemeden içmeden kesen hadiseyle ilgili sebepsiz bir rahatlama geldiğini hissetti… Bu manasız değişimin sebebini ararken tam karşısında buldu o sebebi; HAMZA!

O kadar kötü bir olay yaşamıştı ki Farah diğer tüm kötülükler manasını yitirmişti onun için. Hamza’yı da unutmuştu ve ona karşı hissettiği sonsuz nefreti de. Kahvaltıya davet etmiş annesi Hamza’ları o sabah. Farah'a da da iyi gelir diye düşünmüş. "Ah anneciğim" dedi içinden Farah, bilsen ne kadar iyi geldi.  

Farah o gün Hamza’yı bile şaşırtacak kadar iyi davranıştı ona. Masada daha güler yüzlüydü. Ailenin diğer fertleri de memnundu bu durumdan. Farah'ın biraz daha iyi olduğunu düşünmelerine sebep olmuştu bu durum. O masada tek bir insan bu gülümsemelerin altında ki manasızlığı görebiliyordu ve o kişi de Hamza'ydı. Hamza içinden Farah'ın delirdiğini bile düşünmüştü. Bu konuda endişelenmeyi bir an olsun aklına getirdiyse de bencilliği onu bu duruma sadece ayak uydurma konusunda ikna etmişi.

Farah'ın bu ani değişiminin altında tek bir sebep yatıyordu; Farah’ın bu zamana kadar aklına gelmeyen şey gelmişti. Kaybetmekten en çok korktuğu insan olan Pervin ölmüş ama ölmesini en çok istediği insan Hamza hayatta, tam da karşısındaydı. Eğer Pervin’in ölümü Farah’ın kaleminden çıkan kelimelerin gücüyle olduysa neden aynı son Hamza’yı da beklemesindi? Bu düşünce Farah’ın mutsuzluğunu gölgelemeye ve mutluluk için umut olmaya yetmişti bile.

Bu fikre olan inanmışlığı Farah'ı yeniden hayata bağlamıştı adeta. Bu fikirler Hamza'yı kahvaltı masasında görmesiyle başlamıştı aklından geçmeye. Ve aynı masada İsa'nın Son Akşam Yemeği misali işlemişti tüm ölüm senaryosunu kafasında; Yine aynı deftere, aynı kalemle, isimsiz bir ölüm senaryosu yazacaktı. Bu senaryo öyle gizli şifrelerle işlenecekti ki Hamza’yı bulacaktı o ölüm. Hamza ölünce artık ölüm bir kaybediş değil kazanım olacaktı Farah için. Ölüm kelimesinin ona hissettirdiğinden kurtulacak, Pervin’in ve kendisinin intikamını alacaktı.

 

Hamza’nın kahvaltıdan sonra;

-Gel seninle sahile gidelim hem kafan dağılır, demesine karşılık Farah;

-Çok işim var sen tek git,  deyip odasının kapısını Hamza'nın yüzüne kapamıştı.

Farah kapının arkasında gülümserken Hamza bu dengesiz ruh haline oldukça sinirlenmiş, babasına Farah’ı göstererek “Ne hali varsa görsün.” Demişti.

 

Farah özenle sakladığı defterini çıkardı, kalemiyle beraber başına geçti ve düşündü. Başlık aynı, içerik farklı olmalıydı. Öl Hamza! Öl!

 

ÖLÜM

Etrafın kalabalığı nefesimi kesiyor artık. Heveslerim kursağımda, planlarım üniversite kitaplarım arasında. Hayalini en çok kurduğum yerde olacak ölümüm. Sert bir darbe hayatımın sonuna getirecek. O darbe ile duyacağım son ses kalabalığın sesi, çınlayan kulağımın nefes kesen ahengi; işte hayatımın son film karesi.

 

Evet… Olmuştu işte. Çok düşünmeden, çevresinde üniversite okuyan tek gencin o olduğunu bilerek yazdığı Hamza’nın ölüm senaryosuydu bu. Bu olayın olma ihtimali bile güldürdü Farah’ı. Mutlu oldu, mutluluğu hatırladı. Hamza’nın okulu, yılların eskitemediği sağ-sol olaylarının sıklıkla yaşandığı, ideolojik çatışmaların çevik kuvvetle sonlandığı bir yerdi. Hamza’nın bu taraklarda bezi yoktu yok olmasına ancak yanlış yerde yanlış zamanda olan bir Hamza için mutlak sondu bu…

*** 

Aradan birkaç gün geçmiş, Farah ölümü bekler haliyle oldukça telaşlı ve heyecanlıydı. Bir akşam üstü evde keyifli bir şekilde televizyon izlerken telefon çaldı. Çalan babasının telefonuydu. Babası telefonuna doğru eğildiğinde gözlerini televizyondan çekmeden karşıda ki sese Alo dedi. Sonra birden sessizleşti ortam. Babası artık televizyona bakmıyordu. Farah, babasının telefonda sesinin titrediğini duydu. Annesi telaşla yerinden sıçradı... “Ne oldu, kime ne oldu?” dedi feryat ederek anne. O anlarda Farah gelecek cevabın heyecanı ile kalbinin yerinden çıkacağını hissetti adeta. “Haydi, Baba, Hamza öldü” de, diyordu içinden…

Babası Selim;

-Müjgân, ölmüş… Müjgân’ı kaybetmişiz, dedi.

 

Müjgân, Hamza’ın küçük kardeşiydi ve üniversite sınavına hazırlanıyordu. Bugün abisi Hamza’nın yanına gitmiş okuluna. Günlerdir abisinin başının etini yiyormuş zaten gidelim de gidelim diye. İstediği üniversite abisinin gittiğiymiş. Hayrandı her zaman abisine zaten. O okula girebilmek için aylardır gösterdiği çabayı biraz olsun perçinlemek için abisi onu o gün kampüsüne götürmüş. Ortamı görsün ve çalışma motivasyonu artsın diye. Yiyecek bir şeyler almak için Hamza kantine gitmiş ve kardeşi Müjgân’ı da bahçede bırakmış. Olanlarda o sıra olmuş zaten; bahçede kalabalık iki tane öğrenci grubu birbirlerine girmiş. Ortada kalan öğrenciler sağa sola kaçmaya çalışırken Müjgan korkudan ne yapacağını şaşırmış. Hamza sesleri duyup ne kadar bahçeye koşsa da Müjgan’ı bulamamış. Görgü tanıklarına göre bahçede kaçmaya çalışırken okulun bahçesine giren çevik kuvvetin salladığı joptan korkan Müjgan ani bir geri çekilmeyle düşmüş ve başını kaldırıma vurmuş. Japun boş okul bankının demrine vurduğunda çıkan ses bazı öğrencileri oldukça kokrutmuş. O hengâme içinde aşırı kan kaybetmiş ve daha ambulanstayken kalbi durmuş Müjgan'ın...

 

Bu hikâyeyi Farah bir gün sonra akrabalarından duymuş, çünkü o cenaze evine hiç gidememişti. Duyduğu hikâye onu kahretmiş hiç günahsız bir kızın ölümünü elleriyle yazmıştı. 

*** 

Farah ile yakın arkadaşı Ahmet dışarıda buluştu birkaç gün sonra. Ahmet'in ısrarla buluşmak istemesine Farah artık kayıtsız kalamamıştı. Tabi bu duruma bir de Ahmet'in Farah'ın kapısına dikilip emrivaki yapması da etkili olmuştu.

 

Ahmet: Gelmene çok sevindim diyebilsem keşke Farah. Bu halin beni çok üzüyor.

Farah: En yakın arkadaşını ve kuzenini artarda kaybeden biri nasıl gözükmeli?

Ahmet: Anlıyorum..Ama..

Farah: Anlamıyorsun. Asla da anlamayacaksınız.

Ahmet: Bu dünyada yakınlarını sadece sen kaybetmedin. Ne demek anlamıyorsun?

Farah sessiz bir şekilde;

-Çünkü hepsinin suçlusu benim, dedi.

Ahmet: Efendim?

Farah o an içinden tüm günahlarını atmak istercesine ayağa kalktı ve bağırdı;

-Çünkü hepsinin SUÇLUSU BENİM!!!

 

O an karga sesleri ve kanat sesleri duyuldu sadece. Zaman durdu, arabalar durdu, komşu teyze camda sustu kaldı. Sadece o sokakta sanki Farah ve günahları vardı. Ahmet şaşkınlık içinde ne yapacağını bilemedi önce. O da Farah'a doru bir hamle yapıp Farah'ı kolundan tuttu ve dedi ki;

-Ne demek bu şimdi? Saçmalama hiçbiri senin suçun olamaz. Pervin’i sen mi ittin? Kuzenin öldüğünde orda mıydın ki? dedi.

Farah: Ahmet, kuzenimin en büyük hayali abisi olacak o aptal Sedat’ın gittiği üniversiteye gitmekti. Kaç yıldır bunun için çabalıyordu. Sedat kardeşine şevk olsun diye almış onu okuluna götürmüş. Müjgan bahçede abisini beklerken Sedat kantine mi ne gitmiş onlara çay falan almak için…

Ahmet: Farah biliyorum bunları annen anlattı seni beklerken. Demek istediğim…

Farah Ahmet'in sözünü kesti. Hayır, hayır bu sözünü kesmek değidli; Farah Ahmet'i duymuyordu bile..

 

Farah: O anda olmuş olan işte. Öğrencilerle polis arasında arbede çıkmış. Ulaşamamış kardeşine o aptal bulamamış onu. Müjgan kaçıyormuş.. Korkmuştur çok korkmuştur. Polisten, o öğrencilerden kaçarken düşmüş, Başını çarpmış banka yığılmış yere. Üzerine basmışlar.. Kimse.. kimse fark etmemiş. Kulağından kan gelmiş… dedi. Bu cümleleri o kadar peşi sıra söylüyordu ki Ahmet anlamakta adeta zorluk çekecek duruma gelmişti.

 

Ahmet: Farah iyi misin? Beni korkutma. dedi ve Ahmet gerçekten çok korkuyordu.

Farah’ın o an bakışları bir yere sabitlenmiş bir halde şu cümleleri ezbere tekrar etti;

Etrafın kalabalığı nefesimi kesiyor artık. Heveslerim kursağımda, planlarım kitaplarım arasında. Hayalini en çok kurduğum yerde olacak ölümüm. Sert bir darbe hayatımın sonuna getirecek. O darbe ile duyacağım son ses kalabalığın sesi, çınlayan kulağımın nefes kesen ahengi; işte hayatımın son film karesi.

 

Ahmet: Ne şimdi bu? Bunlar ne demek?

Ahmet şaşkınlığının yerini korkuya bıraktığını o kadar belli ediyordu ki bu durumla asla baş edemez bir görüntü içinde Farah'ın hem yanında hem de ondan uzaklaşmak ister bir haldeydi. Farah sabitlenmiş gözlerini olduğu yerden çekerek sert bir bakışla Ahmet'e baktı tekrar; 

Farah: Benim.. benim gitmem lazım Ahmet, dedi. 

Ahmet'in donup kaldığı kaldırımda Farah'ın artık sadece ayak izleri duruyordu. Farah çoktan girmişti bile meçhule giden o yola.

 

***

 

Farah yaşadıklarının ağırlığu ile koşar adım evine doğru yürümeye başlamıştı. Evinin kapısını açıp içeri girdiğinde kendi kendine mırıldanmaya başlamıştı artık;

 

Farah: “Başka kimse ölmeyecek. Hiçbir masum ölmeyecek. Sen öleceksin. Sen öleceksin SEN!” diyordu.

 Artık şuuru kendinden çıkmış,kendi benliğinin çok ötesindeydi. Farah kendi olmaktan çıkmış adeta bir robota dönmüştü. Konuşan Farah değil onun kini ve nefretiydi. Söylenerek geçtiği koridordan mutfağa doğru girdi. Çekmeceleri birer birer açıp hızlıca içlerinden gözüne kestirdiği en keskin bıçağı alıp hırkasının içine sakladı. Evde babasının çalışma odasında birkaç evrakla uğraştığından Farah'ın geldiğinden de gittiğinden de bir haberdi ki Farah babasına seslendi;

Farah: Baba halamın anahtarları en sağda ki olan mıydı? dedi

Baba: Evet kızım ne yapacaksın, halanlar evde değil. Farah?

 

Farah almak istediği anahtarları ve duymak istediği cevabı alıp babasını da yanıtsız bırakarak çıktı evden... Nereye gittiğini, ne yapmak istediğini çok iyi biliyordu Farah. Hayatında hiçbir şeyden bu kadar emin olmamıştı. Onun yüzünde ölen iki masumun intikamını kalemle değil hırkasının içine sakladığı bu bıçakla alacaktı. Hem her şeyin suçlusu Hamza'ydı hem de içi rahat bir şekilde kardeşinin acısını çeken de oydu. Farah nefret, intikam ve kin duygularından arınıp ne Pervin için ne de kuzeni için üzülememişti bile.

"İçimden söküp alamadılar seni, nefretini şimdi ben seni hayattan sökmeye geliyorum Hamza" dedi içinin en derinliklerinden Farah ve hızlıca Hamza'nın evinin yolunu tuttu.

***

 

Farah tüm hızının aksine artık hiçbir aksiliğe sebebiyet vermek istemediği için yavaş ve emin hareketlerle açtı Hamzaların evinin kapısını. Ev tahmin edilen gibi boştu. Şanslıysa Hamza evde olacaktı ki eğer değilse odasında onu bekleyecekti Farah. Kafasına koymuş bu işi bugün biitrecekti. Yavaş adımlarla evin odalarını tek tek geçerken bir ses dudyu Farah. Bu ses Hamza'nın sesiydi. Olduğu yerde durup sesin Hamza'nın odasından geldiğini keşfetti. Odaya doğru yöneldi. Farah artık gülümsüyordu. Sonunda doğru olanı yapacak olmanın tarif edilemez keyfi içinde odanın kapısının kulpunu tuttu. Kapıyı tam açacakken kalbine ateş gibi düşen, içindeki karanlığı biraz da olsa aydınlatan o ismi duyunca olduğu yerde durdu. Duyduğu sim Pervin'di. Hamza kapının arkasında arkadaşı ile konuşuyordu. Farah dinlemek için kulağını kapıya dayadı; 

Hamza: İşte böyle kardeşim… Pervin’le benim hikayem böyle başladı. Kimseye anlatmadım bu zamana kadar Pervin’le benim sevgili olduğumu. Pervin istemiyordu Farah'ın bilmesini. Önce Pervin’i sonra kardeşimi kaybettim. İkisi de benim yüzümden. Bak elimde ki bu telefonu görüyor musun? Bu Pervin’in telefonu. Kimse gelmeden düştüğü yerden o gece ben topladım. Çünkü en son benimle konuşuyordu. Farah’a yaptığım şeylerin hepsini biliyor ama aşkından hiç ses etmiyordu. Çok utanıyorum yaptıklarım için çok… Farah'a yaşattıklarım Pervin'in de psikolojisini kötü etkilemişti. Bak seni Farah'ın babasına söylerim bırak kızla dalga geçmeyi deyip artık o da bana katılmaya başlamıştı. Benimle beraber gülüyordu bu duruma. Onu da kötü etkilemiştim.Belki de.. belki de benim günahlarım yüzünden oldu bütün bunlar. 

 

Farah duydukları karşısında kapının kolunu öyle bir sıkmıştı ki avucunun içinden terler akıyordu. Hıçkırıkları duyulmasın diye diğer eliyle ağzını kapattı. Koca bir yalanın içinde ki tek masum kişi Farah'dı da acaba o da kendni mi suçlular listesine leleriyle eklemişti? 

Hamza devam ediyordu;

 

-Kardeşimi ona mezar olacak yere de ben getirdim. Hepsi benim yüzümden… Benim. Sanki biri benim acı çekmem için beni yaşatmış ve sevdiğim her şeyi elimden almış gibi. Hepsini hakettim ben hepsini. Nasıl bakacağım insanların yüzüne? Nasıl unutacağım bu olanları? Yaptıklarımı, yaşattıklarımı, acılarımı? dedi..

Farah hırkasında sakladığı bıçağı tüm bu olanların içinde bir anda yere düşürdü. Mermer zemine çarpan bıçağın sesiyle Hamza odadan;

-Kim... kim var orada? dedi.

Kapıyı açtığında Farah'a ait olduğunu bilmediği bıçak yerde Farah ise çoktan gitmişti...

***

S O N 

Yorum