Öğle Güneşi

Yorum · 861 Görüntülenme · Okuma Süresi: 1 dakika

Küçük bir öğle vakti kaçamağına karar vermişti.

 Bakkaldan arakladığı şekerleri ellerinde sıkı sıkı tutarak, koşar adımlarla dükkandan çıktı. Mahallenin dışındaki akarsuya kadar koştu. Derenin yanına geldiğinde yanakları al al olmuştu, hızla atan kalbini yatıştırmak için jelatinli şekerleri yere bırakıp minik ellerine doldurduğu suyu kana kana içti. Sonra yere eğilip şekerleri tekrar avuçladı; gözüne en görkemli, en heybetli görünen ağaca doğru yürüdü. Ufak cebine şekerleri alelacele sokuşturdu. Parmaklarıyla ağaç yarıklarına tutuna tutuna gözüne kestirdiği dala tırmandı. Ellerini birbirine sürtüp tozu toprağı aşağılara sirkeledi. Dala sıkıca tutunup ta aşağılara baktı. Sallanan yaprakların arasından yüzüne vuran öğle güneşinin o güzel ışığına gülümsedi. 

 Annesinin saçları geldi aklına. Ağaçlardan kiraz toplarken bile, koskoca tencerelerde tüm aileyi doyuracak nohudu pişirirken ve hatta soğuk sulara batırdığı bez parçalarını hasta çocuğunun alnına koyarken bile annesinin saçları parlayıp dururdu. Başaklar gibi, güneş gibi, sandıkta saklı kötü gün altını gibi. 

 Sırtını ağaca dayayıp şekerleri eline aldı. Küçük avuçlarında tuttuğu bu şekerler mahallede oynadığı bilyeleri anımsattı. Yeşil olanı alıp jelatini çevirdi, ağzında parça parça olana kadar ısırdı. Sonra sarıya, kırmızı olana ve diğerlerine aynısını yaptı. Karşıdaki dağlara baktı, şekerlerin hiçbirisinin annesinin yaptığı hoşafların tadını vermediğini düşünüp, hemen daldan inmeye yeltendi. Ağaçtan indiği gibi koştura koştura evin yolunu tuttu. Eve geldiğinde annesinin telaşlı bakışlarına sıcak bir kucaklama ile karşılık verdi. Yiyeceği azarlar, öğlen içeceği çorbaya katık olacaktı. 

Yorum