Huzur dolu, yemyeşil bir orman varmış. Bu ormanın kocaman bir gölü varmış. Hayvanlar karşıdan karşıya geçerken gölü kullanmak zorundaymış. Gölünde iyi niyetli, yardımsever bir kurbağası varmış. Bu kurbağa hiçbir para almadan gölün karşısına geçerken zorlanan hayvanları sırtında taşırmış. Sadece yardım etmek için. İyi olan da budur ya. Bu yüzden bütün orman Kurbağa’yı severmiş. Onun iyi kalpli olduğuna inanırlarmış. Kurbağa’nın sırtında taşıyarak karşıya geçirdiği her hayvan minnet duyarmış kurbağaya:
- Kurbağa kardeş ! Sen olmazsan biz ne yapardık ? Nasıl geçerdik karşıya ? Teşekkür ederiz. İyi ki varsın ! derlermiş.
Kurbağa da göğsünü kabartarak “Vrak vrak vrak” diye dolaşırmış gölün ortasında.
Günlerden bir gün akrep gelmiş yanına. Herkese yardım eden kurbağa Akreb’e de yardım edermiş belki. Kötü olarak bilinen Akrep böyle geçirmiş içinden. Akrep dünyaya geldiği günden beri hiç sevilmezmiş. Herkes iğnesi olduğu için kaçarmış ondan. Bu yüzden ormanda hiç arkadaşı yokmuş. Yalnız gezen bu akrep kurbağaya seslenmiş:
- Beni de geçirir misin kurbağa ?
- Olmaz ! Sen beni sokarsın.
- Seni sokarsam bende batarım. Neden sokayım ki seni?
Kurbağa ikna olmuş. Almış akrebi sırtına. Tam gölün sonuna geledursunlar korkunç bir acı…
İkisi de akıntıda sürüklenirken, kurbağa:
- Niye yaptın akrep kardeş ? Bak şimdi ikimizde öleceğiz.
Akrep gayet sakin ve çaresiz bir şekilde kendini akıntıya bırakırken omuzlarını silkmiş.
- Ne yapayım kurbağa kardeş ? Benim huyum bu. Ben en başından beri akreptim.
Akrep en başından beri Akrep fakat Kurbağa en başından beri yardımsever Kurbağa’ mı ?
Bu meşhur “Akrep ve Kurbağa” hikayesini ya da fablını herkes bilir. Bilir ve herkes akrebi haksız bulur. Kötülüğü ona yakıştırır. Peki ya gerçek öyle değil ise? İyilik, fedakarlık maskesini takan kurbağa kurban, mağdur psikolojisi altında olayı çarpıtmışsa… Hiç böyle bir ihtimal kimsenin aklına gelmiyor.
Özellikle kişisel gelişimin popüler olması ile bu konuda iki kitap okuyan birkaç workshopa katılan kişiler kendini Mevlana ilan ediyor. Daha da kötüsü sosyal medyadan okudukları, izledikleri ile kendine gaz verip ortalıkta Yunus Emre gibi dolaşanlar var.
Anlatmaya çalıştığım şey şu; maskelerle yaşıyoruz. Sosyal medya ve yeni nesil anne-baba, eş, arkadaş kimlikleri ile gerçek benliğimizi bulamıyoruz. Şundan eminim ki; her insanın iyi, kötü, zehirli ya da toksik tarafları var. Yüzde yüz sağlıklı olmak, yüzde yüz mutlu olmak mümkün değil ama bunun için çabalamak iyi bir hayat sürmeye çalışmak ise yaşamanın ta kendisi. İnsanların farklı ortamlarda ve koşullarda yapılarının, matematikleri de değişiyor. Böyle olunca birçok farklı kimlikler ortaya çıkıyor. Bu olabilir. İşte, evde, sosyal hayatta herkesin farklı kimliği var fakat maskelerle yaşamak toksikliğin en kötüsü. İnsanın kendini kaybetmesi demek. O yüzden insan tanımak kolay değil. Tamamen tanımak ise benim açımdan zor. Yüzden etiketleme yapmadan önce veya ben tanıyorum, biliyorum demeden önce çok düşünmek lazım. Bunun için zaman lazım. Farklı koşullarda gerçek niyetleri görmek gerek. Kimse sadece iyi, sadece kötü değil. Akrebe kötü, kurbağaya iyi demeden önce düşünmek lazım.